måndag 8 oktober 2012

Suryani Şair Yusuf Dikmen’den yeni bir kitap: ‘Özlemin adı vatanmış’



‘Özlem’ insani bir duygudur, sevilene yönelen hasretin ifadesidir. Hasretlik, eğer doğduğun topraklara ise ve sürgünde yaşamaya mecbur edilmişsen, ateşten bir acı olur adeta. Dinmeyen, iyleşmeyen ve giderek ruhu ve vucudu saran acılı bir aşka dönüşür. Sevgi ve bağlılık yüklenir bu aşka. Yükselir ve büyür Mem’in aşkı olur, kutsalaşır Mor Gabriel ve Laliş’in rengine bürünür.

Her bir zülmü iki kat daha katmerli gören ve yaşayan bir halkın şairi olmak zor. Hem kimliği hemde dini suç sayıldı Suryanilerin. Bir suça iki ceza verme yöntemi uygulandı hep. Her hakaret, katliam, soykırım ve baskıyı bir kere değil, aynı acıyı iki defa yaşamak ve iki defa ceza almak var tarihlerinde. Sürgün yaşamı var. Ve parçalanan vucuda acımamak, O’nu benliğinden çıkartmak için asimilasyonu her gün tatmak ve yaşamak var. Bunu şiire dökmek kolay değil.

Bir şairden bahsediyorum. Güzel ülkemin şairlerinden önemli bir isim. ‘Mezopotamya’lı, daha doğrusu ‘Tora Evdînê’ ya da ‘Turabdin’in bağrından çıkmış bir yazar, bir şairden bahsediyorum. Yusuf Barsaumo Dikmen’dir bu güzel insanımız.  ‘Özlemin adı vatanmış’ bu eserinin ismi.

Bir haftadır okuyorum, Yazar ve Şair Yusuf Dikmen’in şiirlerini. Bir haftadır, ülkemin güzelikleri arasında seyahat şansını yakalıyorum. Bir de bölge tarihimizin kara sahifeleri kabus oluyor, insan çığlıklarıyla uyanıyorum gece yarıları. Bazen de umutlanıyorum, şairle birlikte güzel yarınları yakalamak için koşuşturuyorum.

Hasret’ şiirini ünlü Ermeni müzisyeni rahmetli Aram’ı hatırlatıyor bana. Bir bayanın erkek kardeşine ‘were were keko were, li welatê xwe vegere’ şarkısında, ülkeye dönüş çağrısının Suryanicesini, daha derine inerek yapıyor. Farklı bır üslupla. Bir Suryani ananın sürgündeki oğluna hasret kokan feryatları  var burada, özlemle yüklü:

Belim büküldü,
Ömrümü çürütüm senin için,
Şimdi sen uzaklarda
Ben ise burada unutuldum
Gözlerim yollarda
Gelir mi acaba, diye beklemekte...

Dut ağacını bilir misiniz? Sarı ve kızıl olanının tadına baktınız mı hiç? Kalp yarasına birebirmiş, derler bizim oralarda. İçilesi berrak su gibi öpesin geldiği dudaklara da sürüldüğü doğal bir güzellik kaynağı aynı zamanda. Paskalya da renk verir yumurtalara derdi, Suryanı assılı amcamız da öte, rahmetli Yusuf Dursun. Püresini dondurma üzerinde tadan var mı? Pekmezinden tadan var mı? Bir de şarabı yapılıyormuş Midyat’ta gizliden gizliye. Kıymetli ve özel bir şarap. Sadece dostlara ikram edilirmiş, düğünlerde ve dostların bir araya geldiği günlerde. Bir de kış aylarına saklanan kurutulmuş dutu tadan var mı? Ihlamura karıştılmış çayından içen bilir tadını...
Şair Dikmen, ‘dut ağacı altında’ yapılan sohbetlere değiniyor ve Turabdin’deki dut ağacına başka bir güzelik ve anlam yüklüyor:

Binlerce yıldır gölgesinde oturmuşuz
Uyuyup uyanmışız
Ve binbir rüya görmüşüz
Masal, efsane ve hikayeler anlatmışız
Her gün ve her gece...

Asur kadınları omuzlarında
Taze ve sıcak tandır ekmekleri beraber
Ve kuyudan gelen buz gibi su ikram edilir
Anılar anlatılırdı dut ağacının altında...

Kervan’ şiiri çok şey anlatır aslında, umutla yarına bakanlara. Rahatız eden, önüne çıkan engelere kulak asmama, duymama ve ezip geçme. Her türlü zorluğu aşıpta yola devam etme ve murada ermenin umutlarıyla dopdolu bir şiirdir ‘Kervan’:

Sabır tükenir derler
doğru mu?
Ben ise sabrı tükenmişlere
ve tükenmemişlere rastladım.
Umutlara ecele etmek
Gerekmez derler biliyor musun?
Gecenin kapkaranlığında
Durmadan köpekler havlar
Gece sesizliğini rahatsız eden
Ve giden kervancılara karşı.

Bir can değil, yüz değil, bin değil, tam yetmiş bin kişinin kıyımından bahsetmek ve bunu şiire dökmek zor. ‘Bir sahne’yi okumak acı veriyor insan ruhuna. Anlatılması ve anlaşılması zor bir olay. Bölgemizın kara sayfalarından birisinden bahsederken, olay şahidi seksen yaşındaki bir anayı konuşturuyor şairimiz:

Yetmişbin Asurlunun katliamını gözlerimle gördüm
Ölü cesetlerden koparılan kafaların tepeden
aşağıya doğru yuvarlanmalarını unutulmuyor oğlum...

Ve ‘düşünmek’. Ülkesi talan edilen, kültürü ve dili yok sayılan ülkemin şairi düşünmenin de kendisi için suç olduğunu bildiği halde, korku salanlara adeta insanlık dersi verircesine, insan olan herkesin düşünebilme hakkını hatırlatırcasına, derinliğe dalıyor:

Düşünmek sana mı düştü dediler
Bende onun için
Doğdum doğalı hep düşünmüşümdür
Düşünerek yola devam edip
Beklemden yolcuların gelişini
Yola düşüpte hiç durmadan yürümek
İleriye doğru devam etmek istiyorum.
Düşündükçe de
Bir düşüncenin ardından
Yeni bir düşünce doğmakta
Böylece her düşünce yeni bir düşünce peşinden gidip
Yenisini doğurmakta
Onun içindir ki bende düşünüyorum
Her düşüncemin ardından yeni bir düşünce doğsun diyorum
Ve böylece ardı bitmez
Yeni düşünceleri bırakmadan
Devam edip gidiyorum
Yeni bir düşünce yeşersin diye.

Özlemin adı vatanmış adlı şiir kitabında vatan özlemi ve ülkeye olan hasret ve aşk ön plana çıkmakta. Kitap, Stockholm de 2009 yılı sonunda yayınlandı. Arjovi yayınları arasında çıktı. 160 sahifeden oluşan kitabı barsaumo@hotmail.com adresinden temin etmek mümkün.

Şair Yusuf Dikmen’e neden özlemın adı vatanmış, sorusunu sorduk

Ülkeme özlem duymam doğal bir şey, çünkü o ülkede doğdum ve orada büyüdüm. Küçüklük ve gençlik yıllarımı yaşadım orada.  Dağları, toprakları, taşlarıyla . Havası, kültürü, tarihi, örf ve adetleri kendimden bir parça. Onların doğal bir parçası olduğumdan ve bunu böyle içten hisettiğimdan dolayıdır ki şiirlerimde bu güzeliği anlatmaya çalışıyorum.

Her yanıyla vatanım orası, güzelliğiyle, eleştirilecek yanlarıyla, sevgisi ve kahramanlığıyla değinmeye özen gösteriyorum. Foto karelerini bindiriyorum şiirlerime, ülkemden manzaralar sunuyorum okuyucuya. Mesopotamya ve Turabdin’le bağlılığımı, hayalerimi ruylarımı anlatıyorum ve geleceğe umutla bakıyorum, baktığımı anlatmaya çalışıyorum. Bu özlemler ve hasretir bizi ve umutlarımızı canlı kılan. Umutla ve inatla bu özlemi yazma, bu özlemi çocuklarımıza anlatma gereği için, özlemin adı vatanmış, doğdu.’

Yusuf Dikmen kimdir?

Bizler onu ‘Barsaumo d´beth Gauro’ olarak tanıyoruz. Barsaumo diyoruz Yusuf’a.

Mesopotamyalı, güzel ülkemin yazarı Dikmen aslen Urdnus/Arnas köyunden. 1976´dan beri Isvec´te yaşıyor. Asuri/Suryani organizasyonlarında, dernek ve federasyonunda faal bir aydın. Yönetim kurularında yer almış. Halkın sosyal sorunlarıyla yakından ilgilenen önemli bir kişilik.

 1984 yıllından beri Isveç Sosyal Demokratlara üye. SIOS- Birlesik Göçmen Federasyonlarının yönetim kurulunda Asur federasyonun temsilcisi olarak 10 yıl aktif olarak yer aldı.

Değisik gazetelerde şiir ve makaleleri Isvecce ve Türkçe olarak yayınlanmakta. Antoloji denemesi dışında 3 şiir kitabı yayınlandı. Bunlardan ikisi Isveç dilinde ve diğeri Türkçe:

- Assur i Exil, 2004 (Isvecce)
- Moder assyria, 2005 (Isvecce)
- Özlemin adı vatanmış, 2009 (Turkçe)

Bir Süryaninin askerlik anıları: Gabro: ’Hain’ kutsal görev emrinde



Askerlik yapanlar, kökeni Kürt ya da gayri müslim olanlar için sanırım yukarıdaki kitabın başlığı bir çok şeyler anlatmaya yetiyor.

’Peygamber Ocağı’ olarak adlandırılan askeri kışlalar, ve ’kutsal görev’ denilen askerlik görevine başlayan türklerin dışındaki kültürlerin, çoğu zaman şiddetle karşı karşıya kaldığı, ana, baba ve kendisine yönelik küfürlerle küçük düşürüldüğü konusu yeni değildir.

Askerlik yapanlar bilir. Biz Kürtler askerlikte etniki anlamda şiddet ve hakkaret ve dayakla karşı karşıya kalıyoruz. Fakat ’Gabro’ kıtabında da açık görüleceği gibi, Asuri Süryaniler hem etniki hem de inancından dolayı baskı altına alınmakta. Zaten belirli bir süre gözetim altında tutuluyor bu insanlar. Ayırımcılık, rütbe ve görev dağılımı esnasında açıkça uygulanmaktadır.

Bir de alnımıza yapıştırılmış ’hain’lik mertebesi var. Hem insanları hain göreceksiniz hem de askerliğe alacaksınız. Tüm bunlar üstüste konulduğunda, daha ilk haftalarda ’peygaber Ocağı'yla alakası olmadığı görülecektir. Hele hele ’Gabro’ gibi gönlü Mesih sevgisi ile dolu ve saf olanların bu peygamber ocağındakı uygulamaları anlamasına imkan yok.

Kayseri de başlayıp Agirî ye (Ağrı) kadar devam eden askerliği boyunca, bir ‘hain’in en küçük insani yaklaşımları sevgi ve saygıyla cevap verdiğine şahit olacaksınız. ‘Peygamber ocağı’nı sıkça tekrarlayıp, bunun tersini yapan ve kendini ev sahibi sanan, kutsal bir dinin temsilcileri gören bazı er ve komutanların vazife esnasında kendi değerlerini nasılda ayaklar altına aldıkları görülecektir. Bir imam’ın, komutanlığı, ve o’nun cami inşa etme girişimleri, diğer yandan devlet malını talan etmesi ve rakı sofrasında keyif sürmesine şahit olacaksınız.

‘Gabro’ adlı roman bir Asuri Süryani aydını, Fehmi Bargello tarafından kaleme alınmış bir eser. Türkiye’de demokrasinin gelişimi ve açılım sürecinin tartışıldığı şu döneme yarar sağlayacağı muhakkak. Askeri kışlalarda etniki anlamda Türk olmayanlara uygulananların biliniyor olmasına rağmen fazla yazılmaması büyük bir eksiklikti. Süryaniler açısından bir ilk olan bu çalışma, bu konuya insani anlamda bir eleştirisel göz ile yaklaşımı, çok olumlu bir adım olarak görmek, değerlendirmek gerekir. Suçlu aramıyor. İnsan olmamızı hatırlatıyor. Eleştirmiyor, toleransın anlamını öne çıkartıyor.

Kıtabın mizahi yanı ise eseri daha değerli kılıyor. Gabro’yu sünnet etmek için ikna etmeye çalışan söz konusu imam-komutanın baskısını okurken hem düşünecek hem de gülmekten kırılacaksınız. Türkçesi kıt olan, belki de hayatında deniz görmeyen, ‘ton’ balığını çeşidini tanımayan Gabro’ya verilen bir ‘ton’ balığı konservesi alma emrini, nasıl bir ton balık (1000 kg) olarak algıladığına şahit olacaksınız. Müzik aletini tanımamasına rağmen, kendini biliyormuş gösteren ve hayatı boyunca görmediği kilolarca ağırlıktaki müzik aletinin Gabro’nun başına bela olması, bu aleten kurtulmak ve yer değiştirmek için kendini hasta olarak gösterme maceralarını okuyucuya keyifli dakikalar yaşayacaksınız.

Bu arada askerlik boyunca kültürel anlamda hayli bilgili olan saygın komutanlardan da behsediyor, Gabro. Kürtlerle olan dostluğa parmak basıyor. Ve iyi insanlara karşı olan güvenini göstermek istiyor, onların güzel yanlarını daha da olumlu yöne çekmesi kitabın bir başka ilgi çekici yanı.

Gabro’nun yanında olan bir başka Süryani’nın kendini gizlemesi ve kimliğinin açığa çıkmaması yaptıkları yanında Gabro’nun ısrarla kimliğine sahip çıkması ve bu konuda soran arkadaşlarına bilgi vermesi de kitaba bir başka özellik, değer veriyor.

Gabro kitabı Isveç’te baskıdan çıktı ve hayli ilgi gördü. Roman denemesi türünde olan bu çalışma isveçce kaleme alınmış. Çok akıcı bir üslup ile yazılmış, kıtabı eline alan kişi bitirmeden bir köşeye bırakacağını sanmıyorum. Böylesi değerli bir eserin okunması lazım. Kitap tanıdıklar aracılığıyla bazı Süryani kültür derneklerinden temin edilebilinir.

Hacı Şero efendi nasıl hamile kaldı

Biliyorum, sinirlenecek, ”erkekler hamile mi olur mu?”, diye soracak ve bana kızacaksınız. Haklısınız efendim. Sizin yerinizde olsam, bend...